Kardan adamlar
Bazı insanlar hayatımıza tıpkı kardan adamlar gibi girer; kısa bir süreliğine… İlk başta her şey harikadır, eğlenceli, neşeli! Kendimizi yükseklerde hissederiz. Ama birkaç gün sonra bir bakmışız, güneş açmış, hava ısınmış ve o kardan adamdan geriye sadece birkaç kömür parçası ve yerde yuvarlanıp duran bir havuç kalmış. İşte o an, içimizde bir şeyler sarsılır. Kendimizi kaybolmuş gibi hissederiz. Yokluğuna üzülürüz, gidişine kızarız. Ama kardan adam gitmiştir; bütün o duygularla baş başa kalmışızdır. Ve o duygular dönüp dolaşıp en sert şekilde bize çarpar.
Onun sıcağa dayanamayacağını unutur, gidişinin sebebini kendimizde aramaya başlarız. “Daha sağlam yapabilir miydim?” “Daha fazla kar ekleseydim, biraz daha dikkatli olsaydım, daha serin bir gölgeye koysaydım belki de erimezdi...” gibi sorular zihnimizde fırtınalar estirir.
Bırak, fırtınaya direnme. Hisset, dinle, hatta gerekirse konuş onunla. Çünkü ancak bu şekilde hafifler içindeki ağırlık. Duyguların esmesine izin verdiğinde, bir süre sonra o rüzgâr dinecek. Fırtına gücünü tükettiğinde, kendini yeniden duyabileceksin. Ve işte o zaman sorabilirsin içine:
“Peki, bu gidiş bana ne anlatıyor?”
“Onun benim yanımda kalmaması, benim değerimi görmemesi, beni kaybetmekten korkmaması gerçekten benimle mi ilgili, yoksa onunla mı?”
“Kardan adam nasıl var oldu? Onu kardan adam yapan kimdi? Ben emek verip süslemesem olur muydu? Ben ona bu kadar anlam yüklemesem, gittiğinde bu kadar canım yanar mıydı?”
Acının seni dönüştürmesine izin ver. O acının içine baktığında, kim olduğunu daha iyi göreceksin. Kendini daha iyi tanıyan, daha güçlü ve kardan adamlar eridiğinde bile var olabilen biri…